2023 Avrupa Turu 2. Ayak – Alaçatı’dan Londra’ya

Bu gezinin birinci ayağı olan Londra’dan İstanbul’a yaptığımız yolculuğu anlattığım yazıyı okumayanlar öncelikle onu okurlarsa daha faydalı olabilir, linki de burada: https://erdemyurdanur.com/2023/08/06/2023-avrupa-turu-1-ayak-londradan-istanbula/

7 Temmuz’da geldiğimiz Alaçatı’da 2 aydan fazla bir süreyi geçen yıl satın alıp bu kış tadilatı ile uğraştığımız 7 odalı küçük otelimiz Sedirli Ev’de otelcilik yaparak geçirdik. Otelcilik tecrübelerim ile ilgili ayrı bir yazı yazmayı planlıyorum. Londra’daki evimize dönmek için 10 Eylül’de yola çıktık. Bu defaki yolculuğumuz için şöyle bir rota çıkardık: Çeşme’den Sakız’a feribotla geçerek orada bir gece kalıp yine feribotla Atina’ya geçmeyi düşünüyorduk. Atina’da 2 gün kaldıktan sonra Igoumenitsa’ya arabamızla gidip geçen yıl olduğu gibi aynı feribotla İtalya’da Birindisi’ye geçerek İtalya’nın doğu kıyısını keşfederek Venedik’e çıkmayı hedefledik. Venedik sonrası Kuzey İtalya’da tamamen doğaçlama olarak farklı şehirlerde konaklayarak Fransa’ya geçmek ve Fransa’nın tam ortasından en batı bölgesindeki La Rochelle’de kalıp oradan kuzeye doğru Calais’deki Eurotunnel ile İngiltere’ye ulaşmayı planladık. Aşağıdaki harita üzerinde gösterdiğim rota geçtiğimiz yerleri birebir aynı olmasa da kabaca gösteriyor.

Toplamda 20 gün ve 5500 km süren yolculukla ilgili olan bu yazıyı ne kadar kısa yazmaya uğraşsam da doğal olarak uzun oldu. O yüzden ulaşım kolaylığı için aşağıdaki kısa yolları ekledim.

Aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz Çeşme Limanında başlayan yolculuğumuzu, adım rotayı takip ederek nasıl yaptığımızı anlatacağım.

Sakız – 10-11 Eylül 2023

Her yıl farklı rotalarla İngiltere Türkiye arası gidip gelmeyi planladığımız için bu defa arabalı feribotlarla önce Çeşme-Sakız, sonra Sakız-Atina, sonra da Igoumenitsa-Birindisi olmak üzere 3 ayrı feribota bilet aldım. Sakız’a akşam üzeri eşim Ayşegül, kızım Esin ve erkek arkadaşı Jacob ve Otis ile geçtik. Otis’i feribota bindirebilmek için feribot şirketi Turyol aracılığıyla Sakız’daki bir veteriner ile iletişime geçtik. Veterinere Otis’in pasaportunu, aşı karnesini ve kuduz aşısının analiz raporunu gönderdik, o da bize bir onay maili gönderdi. Türkiye’de kayıtlı hayvanlar için Tarım Bakanlığından belge almanız gerekiyor. Bunlar olmadan köpeğinizi EU’nun bir parçası olan Sakız’a götürmeniz mümkün değil.

Feribota binmek için geldiğimiz Çeşme Limanında önce check-in yapmamız gerekiyordu. Check-in sırasında yolcuların sadece biletine ve pasaportuna bakılıyor ve onlar pasaport kontrolden geçerken araç sürücüsü olarak benim aracın sahibi olduğumu belgelemem ve sigortasını gösterdikten sonra ayrı bir kapıdan arabayla içeriye girmem gerekiyor. Benim aracım UK plakalı ve sigortası da UK’de yapılmış durumda. Turyol, aracın sigortasının hangi ülkelerde geçerli olduğunu gösteren green kart adlı bir belge istedi. Bu belge geçen yıllarda verilmesine rağmen yeni çıkan bir kanunla İngiltere’de yapılmış tüm sigortalar Avrupa Birliği’nde geçerli kabul edildi ve artık bu belgeyi taşımanıza gerek kalmadı. (İlgilenenler için linki şuraya bırakayım: https://www.gov.uk/vehicle-insurance/driving-abroad). Turyol’daki memur ısrarla benden bu belgeyi istedi, ben de ısrarla gerek olmadığını söyledim. Bu kanunun sadece karada geçerli olduğunu denizde geçerli olmadığı gibi saçmalıklardan bahsetmeye başladı. Artık kavga noktasına geldiğimizde aslında bizi feribota almaması gerektiğini ama lütfederek bana iyilik yapacağını ve feribota binmeme izin vereceğini söyledi.

Bundan sonra benim de pasaport kontrolden geçmem, aracı gümrük kontrole kaydettirmem gerekiyordu ama bu süreç de oldukça kaotik geçti. Çünkü arabayı içeride park ettikten sonra hangi kapıdan pasaport kontrole geçileceği, gümrük kontrolünün nerede yapılacağı ve bütün bunlar bittikten sonra hangi feribota nereden binileceği son derece belirsizdi ve yardımcı olacak tek bir personel bile yoktu ortada. Çeşitli ülkelerden turistler dahil herkes birbirine sorarak ne yapması gerektiğine karar vermeye çalışıyordu. Neyse ki stresli bir şekilde de olsa feribota son araç olarak binebildik ve Sakız’a doğru yola çıktık. Sonuç olarak Sakız’a arabayla gitmek yerine arabasız gidip orada araba kiralayıp gezmek en mantıklı olanı.

Çeşme-Sakız feribotu 20-25 tane aracın sığabileceği küçük bir feribottu. Deniz üzerinde hava oldukça rüzgarlıydı ve bu yıl hiç yelken ile denize çıkmadığım için rüzgarı içime çekmek sinirlerime iyi geldi.

Sakız’a sabah feribotuyla arabasız geçmiş olan arkadaşlarımız Mehmet ve Selda Hacıyanlı ile Fuat ve Ayfer Çetinkaya bizi limanda karşıladı. Mehmet Sakız’a yıllardır çok sık gittiği için her yerini gayet iyi biliyor. Bizi akşam yemeği için biraz uzak olmasına rağmen çok salaş ama çok da lezzetli yemeklerin olduğu bir balık restoranına götürdü. Günün bütün stresini harika mezeler, nefis bir mercan balığı, uzo ve muhabbetle attım, gevşedim.

Ertesi sabah erkenden Otis ile yürüyüşe çıktık. Ama rüzgar o kadar kuvvetliydi ki uzun bir yürüyüş yapmak çok zor olacaktı, bu yüzden daha çok sahilde, karşı yakadaki Çeşme’nin üzerinde gün doğumunu seyrederek ve Sakız tarihi ile ilgili okuyarak zaman geçirdim. Hiç bilmediğim şeyler karşıma çıktı. 2000 yıl boyunca konumu nedeniyle önemli bir ada olan Sakız’a, 1822 yılında Yunan ayaklanması sırasında Osmanlı’ya karşı bazı milislerin bu ayaklanmaya yardim etmesi yüzünden, 30 bin kişilik Osmanlı ordusu geliyor. 3 yaş altındaki bütün çocukları, 12 yaş ve üzeri bütün erkekleri, 40 yaş üzeri bütün kadınları öldürmeleri emrediliyor. Nüfusu şimdi 54 bin olan adanın o zamanlarki nüfusu 120 bine yakin. 25 bin kişi öldürülüyor, müslümanlığı kabul eden 45 bin kişi köle yapılıyor ve 20 bine yakın kişi adadan kaçıyor. Chios Massacre yani Sakız Katliamı olarak bilinen bu olay zamanında büyük ses getiriyor. Victor Hugo, Les Orientales isimli şiir kitabını bu katliamda ölenlere adıyor. Sonrasında ada hiçbir zaman eski önemini yakalayamıyor.

Hep Çeşme’den bu tarafa bakmaya alışmış birisi olarak bu taraftan Çeşme’ye bakmak değişik bir duyguydu. Sonrasında gece bineceğimiz Atina feribotu için telefonumdan check-in yaptım ve kahvaltıda arkadaşlarımla buluştum.

Kahvaltıdan sonra Mehmet’in önerileriyle önce Pyrgi, sonra Mesta kasabalarını gezdik. Pyrgi evlerin duvarlarındaki geometrik şekilli sıvalarla ün yapmış şirin bir kasaba. Mesta ise daha eski zamanlardan kalma ve kesinlikle görmeye değer bir kasaba. Orta çağdan kalma bu köy bizim Atina feribotuna bineceğimiz Mesta Limanı’nın yukarısında korsanlardan korunmak amaçlı yapılmış. Sokaklar tünel şeklinde ve istenirse kolaylıkla düşmanın girmesini engelleyecek kapılarla birlikte tasarlanmış.

Bu iki kasabayı gezdikten sonra yüzmek için volkanik siyah taşlardan oluşan bir sahil olan Mavra Volia’ya gittik. Su çok güzel ve gözlükle siyah deniz dibine bakmak çok keyifli. Sonrasında da güneşi iyice emmiş sıcak siyah taşların üzerinde havlu serip yatmak masaj gibi geliyor insana.

Öğle yemeği için Paralia Megas Limnionas diye bir kumsala geldik. Her türlü yemeğin olduğu restoranda fiyatlar da son derece makul, özellikle de bizim tatil yerleri ile kıyaslayınca. En önemlisi hiçbir yerde kazık yiyeceğini düşünmemek bile çok rahatlatıyor insani.

Arkadaşlarımız ve çocukların Çeşme feribotuna binmesi için tekrar Sakız merkeze geldik ve saat 4 gibi onları uğurladık. Bizim feribotumuz adanın batı tarafındaki Mesta Limanından gece 23’te kalktığı için, tekrar sahile gittik ve dinlenerek vakit geçirdik. Akşam yemeğini Mesta kasabasında yiyip limana indik ama limanda hiç kimse yoktu. Çok az İngilizce konuşan bir görevliden feribotun iptal edildiğini ve bir sonraki feribotun ne zaman kalkacağını bilmediğini öğrendim. Maillerimi kontrol ettiğimde aslında sabahtan feribotun iptal bilgisinin geldiğini ve kendilerini aramamızı istediklerini gördüm. Bunca yıldır maillerimi normalde anında kontrol eden birisi olarak bunu nasıl atladığımı ben de anlayamadım. Sonra tekrar hızla ve panik halinde Sakız merkezindeki limana döndük ve oradaki polis kontrole gittik. Onlardan bir sonraki feribotun üç gün sonra olduğunu öğrendik ve gece yarısı Sakız’da henüz nerede kalacağımızı ve ertesi gün ne yapacağımızı bilmeden kalakaldık. Gecenin o saatinde köpek kabul eden bir otel bulmak da zor olacağından bir gece önce kaldığımız otele gittik. Otelin kapısı kilitli, resepsiyonda da kimse yoktu. Otelin internetten ulaştığımız telefon numarasını aradık ama o numara yakındaki başka bir otelin numarasıymış. Onlar köpek kabul etmediklerini söylediler ama biz ısrar edince kabul ettiler.

Otelde sakince ne yapacağımızı düşünmeye başladık. Atina’da 2 gece kalmayı planladığımız için oradaki bir otelde yer ayırtmıştım. 14 Eylül gecesi Yunanistan’dan İtalya’ya olan feribot için de bilet almıştım. Atina’daki otele gitmemiz mümkün değildi ama en azından feribotu yakalama şansımız vardı. Bunun için ertesi gün tekrar Çeşme’ye dönüp 2 gün içinde 1250 km yapmamız gerekiyordu, tabii ertesi gün Çeşme’ye gidecek feribot bulabilirsek. İnternetten aracı bir firma üzerinden kontrol ettiğimde öğleden sonra Sunrise firmasının bir feribotu olduğunu gördüm ve bileti aldım. Ama gelen mailde onaylama için ayrıca mail geleceği yazıyordu. Nasıl olsa gelir deyip yattık ama sabah da mail gelmemişti. Yine tedirgin olup sabah erkenden hem iptal olan feribotun parasını iade almak, çünkü sadece nakit olarak iade ediyorlarmış, hem de onayı gelmeyen Çeşme feribotunu sormak için merkeze gittik. İyi ki gitmişiz çünkü Sunrise firması sistemlerinde böyle bir rezervasyon olmadığını söyledi. Ben aracı firmayı aradım onlar da firmadan onay alamadıklarını söyleyip iade işlemi yaptılar. Ofisteki görevliye bileti kendilerinden almak istediğimi, arabamızın BMW X5 olduğunu söyleyince önce yer olmadığını ama daha sonra anlayamadığım bir şekilde arabaya yer açıp hallettiğini söyledi ve aksam 7’deki feribot için biletimizi verdi.

Feribot için daha 10 saat zaman vardı, en iyisi yeniden sahile gidip çok kötü geçen gecemizin sonunda güzel bir zaman geçirelim istedik. Neyse ki Sakız o kadar güzel ki bu kadar strese rağmen aslında halimizden memnunduk. Feribot için tekrar limana geldik ve feribotun sadece 3 araç alabildiğini görünce çok şaşırdık. Bileti satan görevlinin neden önce yok dediğini, sonra hallettiğini daha iyi anladım. Meğer diğer arabaların boyutlarıyla bizimkini birlikte düşünüp feribota sığıp sığmayacağını hesaplıyormuş. Böylece 3 araba neredeyse birbirine değecek şekilde, lastiklerin önüne arkasına takoz koyarak Çeşme’ye dönebildik.

Sakız adasında geçirdiğimiz bu iki günde birbirinden farklı birçok duygu yaşadık, birçok şey öğrendik. Öncelikle ada hayatında hava ve rüzgar durumunun ne kadar hayati olduğunu gördük. Yelken yaparken sürekli rüzgarı hesaba katan ben, bu defa rüzgarı hiç düşünmemiştim ve bu büyük bir hata oldu bizim için. Adalarda sürekli yaşayan insanların aslında her türlü acil durum için bir b planları olması gerektiğini düşündüm. Neresi olursa olsun bir yerde turist olarak bulunmakla orada sürekli yaşamanın çok farklı şeyler olduğunu tekrar gördüm.

Yazının bundan sonraki bölümleri daha kısa ve daha keyifli. Sakız bölümü uzun oldu ama başka insanlar için de bu tecrübelerin öğretici olabileceğini düşündüğüm için detaylı yazdım.

Çeşme – 12 Eylül 2023

Çeşmeye varınca hiç durmadan yola devam etmeyi düşündük ama onun yerine sabah erken kalkıp Çanakkale üzerinden Yunanistan’a geçmeye karar verdik. Böylece İzmir-Çanakkale arasında sahil şeridindeki güzel yerleri de gündüz gözüyle görebiliriz diye düşündük. İyi ki de öyle yapmışız çünkü bu bölgeden bu gözle hiç geçmemiştim.

Yol boyunca Burhaniye, Akçay, Güre, Altınoluk, Ayvacık, Ezine gibi yerlerden geçtik. Akçay’da deniz kenarında kahve molası verdik, Otis fırsattan istifade beline kadar denize girdi. Pazar’a uğrayıp meyve aldık. Alaçatı pazarında 100 lira olan incirin çok daha iyisi 50 liraydı. Akçay ve Altınoluk arası belki sezon sona erdiği için sakin olduğundan çok güzel göründü bize doğrusu. Bu bölgede hiç tatil yapmadık şimdiye kadar ama çok görülecek yer var sanki.

1915 Çanakkale Köprüsünü de ilk defa geçtik, gerçekten çok heybetli bir köprü. Zaten 2023 metrelik orta açıklık mesafesi ile dünyanın en uzun asma köprüsü unvanına sahip. Bizim için büyük bir kolaylık oldu ancak köprüden gecen araç sayısı o kadar az ki, ülkemizde başka birçok konuda eksikler varken bu maliyete değer mi diye soruyor insan.

Asprovalta – 13 Eylül 2023

İpsala sınır kapısından bu ikinci geçişimiz, geçen yıl da buradan geçerek evimize gitmiştik. Geçen yıl da Dedeağaç’a ve orada arkadaşlarımızın önerisi olan bir balık restoranına gitmiş ama hafta sonu yoğunluğundan dolayı dolu olduğu için oturamamıştık. Ama bu defa hafta içi olduğundan o kadar yoğun değildi ve oturabildik. Nisiotiko adındaki bu restoranı yolunuz düşerse mutlaka tavsiye ederim.

Geçen yıl Dedeağaç’a gelirken yol boyunca hayran kaldığımız yemyeşil ormanlar tamamen yanmıştı. Yanan alanın büyüklüğü anlatılır gibi değil. Restorandaki garsonla bu konuyu konuştuğumuzda bugüne kadar Avrupa’daki en büyük yangın olduğunu söyledi. Umuyorum doğa kendisini bir an önce yeniler ve siyaha dönmüş bu harika yerler tekrar yeşillenir.

Akşam yemeğini biraz erken ve hızlı yiyip hemen yola koyulduk çünkü geçen yıl uğrayıp çok beğendiğimiz 225 km uzaklıktaki Asprovalta’da bir otelde rezervasyonumuz vardı. Akşam 9 gibi vardığımız otele eşyalarımızı bırakıp gayet keyifli insanlarla dolu sahil yolunda yürüyüşe çıktık. Ertesi sabah Otis’le yürüyüşümüz bütün sahil buyuncaydı ama sanırım en az 10 km olan bütün sahili baştan aşağıya yürümem mümkün değildi.

Sahilde dikkatimi çeken şeylerden birisi denize paralel şekilde park etmiş ve bazıları da Türkiye plakalı karavanlardı. Algıda seçicilik mi bilmiyorum ama zaten bu yıl dönüş yolunda özellikle de Fransa’da yoğun şekilde karavanla karşılaştık ve bizim için de ciddi bir alternatif olabilir diye konuştuk. Çünkü Avrupa’da oldukça fazla yerde karavan parklar var ve bu parkların kalitesini ve hangi hizmetlerin verildiğini görebildiğiniz mobil uygulamalar da mevcut. Belki önce kiralayarak biz de bu deneyimi yaşar ve beğenirsek bir de karavan sahibi oluruz.

Asprovalta’daki sahil hem uzun hem de kumsalı oldukça geniş. Bütün sahil boyunca kumsalın arka tarafındaki restoranlar, kafeler ve barlar sahildeki şezlonglara servis yapıyor. Fiyatlar son derece makul, kalite tatmin edici ve hizmet de gayet iyi. Yaşadığımız tek sorun Otis ile denize girdiğimiz için Yunanlı bir kadınla yaptığım tartışma oldu. Otis’i denize sokamayacağımı, gerekirse polis çağıracağını söyledi. Nedenini sorduğumda denize bakteri bulaştıracağını iddia etti. Kadınla tartıştım ama mecburen çıkardım da. Sonra internetten Yunan denizlerinde kuralın ne olduğuna baktığımda insanların olduğu yerlerde denize köpek sokmanın gerçekten yasak olduğunu gördüm. Köpeğiniz şezlongunuzun yanında kumda oturabilir ama denize giremez. İnsanoğlunun aptallığının sınırı olmadığını bir kez daha görmüş oldum.

Bu olay dışında çok memnun kaldığımız Asprovalta’dan akşamki feribotumuza geze geze gitmek için yola koyulduk.

Igoumenitsa – 14 Eylül 2023

Yol üzerinde ilk durağımız hakkında öncesinde hiçbir bilgimizin olmadığı sadece tabelasını görüp girdiğimiz Veria şehri oldu. 60 bin kişinin yaşadığı bu küçük şehri çok sevdik. Tarih boyunca birçok farklı ülkenin yönetimi altında kalmış olan bu şehrin Osmanlı dönemindeki adı Karaferye’ymiş ve oldukça yüksek sayıda Türk nüfusa sahipmiş. Şehri bu kadar sevince öğle yemeğini de burada yiyelim dedik ve Google’dan bulduğum Ouzo Todoris adında yerel bir balık restoranında nefis bir yemek yedik. Böyle yerlerde ben yemeklerimizi genelde menüden seçmektense yan masalarda yerel insanların neler yediğini inceleyerek ve bize neleri tavsiye edeceklerini kendilerine sorarak sipariş vermeyi çok seviyorum. Böylece hem o insanlarla sohbet etme şansımız oluyor hem gerçekten güzel yemekler yiyoruz hem de o şehirle ilgili başka konularda da bilgi edinebiliyoruz.

Otis’in geçen yıl Çek Cumhuriyeti’nden aldığımız bir EU pasaportu var, o sayede sınır kapılarından çok kolay geçebiliyoruz. Otis’in kuduz aşısı her yıl Londra’daki veterineri tarafından yapılıyor ama Brexit sonrası İngiltere’deki veterinerler EU pasaportlarına bunu işleyemiyor, sadece ayrı bir aşı kartına bunu yazabiliyor. Bu yüzden herhangi bir EU ülkesinden geçerken oradaki bir veterinerin aşı kartındaki bu bilgiyi EU pasaportuna işlemesi gerekiyor. Veria’da zamanımız da varken bunu yaptıralım istedik ve yine Google’dan bulduğum bir veterinere gittik. Ama veteriner tek kelime İngilizce bilmediği için anlaşmamız çok zor olsa da Google translate sayesinde istediğimizi yaptırabildik.

Yemek sırasında Veria hakkında araştırma yaparken şehrin 13 km ötesinde Vergina kasabasının eskiden Aigai adıyla Makedonya’nın başkenti olduğu, Büyük İskender’in babasının burada bir suikast ile öldürülmesiyle kral ilan edildiğini okudum. UNESCO tarafından Dünya Miras Listesine de alınmış olduğunu öğrenince hemen oraya gittik ama biz gidinceye kadar müze kapandığından gezemedik ve yola devam ettik.

Zamanımız olsaydı gitmek istediğimiz diğer bir yer de yolumuzdan biraz saparak gidebileceğimiz Meteora’ydı. Dev kayaların üzerinde yapılmış birçok kilisenin olduğu bu yer de Dünya Miras Listesinde. Başka zamana bırakarak yola devam ettik ve feribota bineceğimiz Igoumenitsa’ya vardık.

Bir gün önce sabah Alaçatı’dan çıkıp bugün akşam vardığımız Igoumenitsa’ya toplamda 1250 km yol yaparak geldik ama hiç yorulmadık diyebilirim. Özellikle Selanik’ten sonrası tamamen dik yamaçların arasından geçerek geldiğimiz bu otoyol çok kaliteli yapılmış ve tünellerle çok kolay hale getirilmiş. Geçen yıl da geçtiğimiz bu tünellerden biraz bahsetmek istiyorum çünkü burada gerçekten büyük bir mühendislik olduğunu düşünüyorum. Bu otoyol olmadan önce bu bölgelerde yaşam nasıldır hayal bile edemiyorum.

İpsala’yı geçtikten sonra Kipi kasabasında başlayıp Igoumenitsa’da biten toplam 670 kilometrelik bu otobanda 76 tane tünel var ve bu tünellerin toplam uzunluğu 99 km. Yani otoyolun %15’i tünellerden oluşuyor. Tünellerin dışında da yüksek dağlar arasını geçmeyi sağlayan yapımı oldukça zor olduğunu düşündüğüm 1650 tane viyadük ve köprü var. Bu otoyolun yapımı Egnatia Odos adındaki devletin sahibi olduğu bir şirketin yönetiminde 1995 yılında başlayıp 2009 yılında bitirilmiş ve toplamda 6 milyar Euro harcanmış. İstatistiklere göre halkın %36’sının kullandığı, toplam üretilen malların %33’ünün taşındığı bu yolun her yönden Yunanistan’a katkısı çok büyük bence.

Igoumenitsa’da geçen yıldan tecrübeli olduğumuz için feribota binme konusunda hiç zorluk çekmedik. Gece 1:30 gibi hareket eden feribottaki kamaramız oldukça güzeldi ve zaten yorgun olduğumuz için hemen duş alıp uyuduk. Sabah 9 gibi vardığımız İtalya’nın Birindisi limanından feribotun boşalması uzun sürdüğü için saat 10:30 gibi çıkabildik.

Geçen yıl çizmenin orta ve batı tarafından yukarıya çıkmıştık, bu yıl doğu kıyısından çıkmayı hedefledik. Ama öncesinde ününü çok duyduğum Matera’ya kısa bir süre uğrayıp Bari üzerinden kıyı şeridini takip ederek 2 gün sonra Venedik’te arkadaşlarımızla buluşmak üzere devam ettik.

San Benedetto del Tronto – 15 Eylül 2023

San Benedetto del Tronto öncesi uğradığımız Matera gerçekten de görülmesi gereken bir yer. İtalya’daki ilk insan yerleşimlerinden biri olan bu bölge bizdeki Kapadokya evleri gibi kayalara oyulmuş yapılardan oluşuyor. Kaya evlerin olduğu bu bölgenin adı aslında Sassi. 1950’ye kadar burada aşırı fakir insanlar yaşıyormuş ve İtalyan hükümeti onları buradan çıkarıp modern Matera içindeki sosyal konutlara yerleşmeye zorlamış. 1980’lerin sonlarına kadar bu fakirlik sürmüş ve çok tehlikeli olmasına rağmen insanlar burada yaşamaya devam etmiş. Ama yerel yönetimin turizm odaklı çalışmaları sayesinde İtalyan hükümeti, UNESCO ve Hollywood burayı bütün dünyaya duyurmuş. Şimdi güney İtalya’nın en hızlı büyüyen yeri Sassi. İçinde birçok kafe, restoran, otel barındıran ve halkının refah seviyesi artan, harika bir yer haline gelmiş durumda. 1993 yılında Dünya Miras Listesine gire Matera, 2019 yılında Avrupa’nın Kültür Başkenti olarak ilan edilmiş. Buraya tekrar gelmeyi ve kaya otellerden birinde kalıp 2-3 gün geçirmeyi çok isterim.

Birindisi ile Venedik arası Matera’ya da uğrayınca toplamda 1000 km yapıyor, bu yüzden arada bir yerde geceleyip Venedik’e sonraki günün gecesi varmayı planladık. Bu hesapla günde 500 km giderek nerelerde kalabiliriz diye haritaya baktığımda en çok hoşuma giden yer San Benedetto del Tronto oldu.

İtalya’nın doğu kıyısından kuzeye doğru çıkarken yol boyunca kilometrelerce üzüm bağları, zeytin ağaçları gördük. Özellikle Bari’yi geçtikten sonra hiçbir sorunla karşılaşmadan, gayet konforlu otoyoldan keyifli bir yolculuk yaptık. San Benedetto del Tronto’daki otelimize geç saatte geldiğimiz için etrafı çok da göremeden sadece bir yemek için dışarı çıkıp yattık. Buradaki otellerin çoğu, sanırım çok uzun zamandır bir sayfiye yeri olmasından dolayı oldukça eski kalmış. Ama buna rağmen çok uzun ve geniş sahili, sahilin arkasında bisiklet ve araba yolu, çok geniş ağaçlı kaldırımları, yol üzerindeki kafeler, restoranlar, barlar ile özellikle orta gelir seviyesindeki insanların tatil yaptığı oldukça keyifli ve güzel bir yer.

Sabah yürüyüşümüz sonrası yaklaşık 500 km daha yolumuzun olduğu Venedik’e doğru yola çıktık. Otoyolda giderken solumuzda çok güzel bir kale görünce öğle yemeğini bir kalede yiyelim diyerek ani bir kararla otoyoldan çıktık. Meğer İtalya’nın en önemli kalelerinden birisine gelmişiz. En iyi korunmuş kalelerden birisi olan Gradara Kalesi ayni zamanda Paolo ve Frencesca arasındaki yasak aşkın yaşandığı ve Dante’nin Divine Comedy’de bu aşkı anlatarak ölümsüzleştirdiği yermiş. Politik amaçlı zorunlu bir evlilik yaşayan Francesca, kocasının kardeşi Paolo ile 10 yıl yasak aşk yaşar. Ama sonunda kocası ikisini yatakta yakalar ve ikisini de öldürür. Dante bu hikayeyi nasıl anlatmış çok merak ettim doğrusu, kitabi okumak ya da dinlemek elzem oldu. Yolunuz düşerse buraya uğrayın, kale içinde çok güzel restoranlar da var.

Venedik – 16-17 Eylül 2023

Kanallar şehri Venedik dünyanın kendine has ve en çok turist çeken şehirlerinden birisi. Biz de böylesine önemli bir şehri görmek için Venedik’e geldik. Arabamızı tarihi Venedik şehrinin girişindeki büyük otoparka bıraktık ve valizlerimizi de alıp toplu taşıma aracı olan vaporetto ile şehir merkezindeki otelimize gittik. Vaporetto belediye otobüsü gibi şehrin tam ortasından geçen ana kanal boyunca çeşitli duraklarda yolcu indirip bindire tekneler. Bu duraklarda inip otele yürümek ya da özel taksi tekneleri kiralamak gerekiyor.

Otele yerleştikten sonra Alaçatı’daki otelimiz Sedirli Ev’de kalan arkadaşlarımız Burtay ve Gökçe’yle buluştuk. Onlar da hafta sonunu geçirmek için bir gün öncesinde uçakla Venedik’e gelmişlerdi. Bize sürpriz yapıp 5 Eylül olan evlilik yıldönümümüzü geç de olsa kutlamak için bir balık restoranında ayırttıkları masayı gül yapraklarıyla süsletmişlerdi. Güzel bir beyaz şarap, harika bir sohbet sonrası Venedik’in ara sokaklarında birlikte yürüdük. Onlar ertesi sabah erkenden uçakları olduğu için vedalaşıp ayrıldık.

Ben her zamanki gibi sabah erken kalkıp Otis’le dün akşamın aksine boş olan sokakları keşfe çıktım. Geçmişi milattan önce 10. yüzyıla kadar dayanan bu şehir dünyanın ilk uluslararası finans merkezi olarak kabul ediliyor. Zaten bu yapıların muhteşemliğinden de anlaşılabiliyor. Sadece Grand Canal kenarında 200 tane saray var, aralarda da başka birçok sanat eseri sayılabilecek bina var. Otis ile genelde parkları ya da en azından ağaç olan yerleri de gezeriz ama burada bu mümkün olmadı tabii.

Binaların güzelliği yanında böyle zor bir yere nasıl yapıldığını da merak ediyor insan, bunu anlatan şu linke bakmanızı tavsiye ederim: https://www.bilimseldunya.com/venedik-nasil-insa-edildi/

Bunun dışında merak ettiğim konulardan birisi tatlı suyun nasıl sağlandığı oldu. Bu konuda da çok ilginizi çekeceğini tahmin ettiğim çok güzel bir link vereceğim: https://veneziaautentica.com/venetian-wells-venice/

Venedik’e gelen turist sayısı o kadar fazla ki şehir yönetimi bundan şikayet eder hale gelmiş durumda. Gerçekten de sokaklar dahil her yer çok kalabalık, bu yüzden hizmet kalitesi de düşüyor. Şehirde 2000 kadar otel var ve yıllık 2 milyar dolardan fazla turizm geliri elde ediliyor. Yılın neredeyse her günü binlerce turist tarafından ziyaret edilen şehir ileride suların yükselme durumunda büyük risk altında deniyor, belki bu da birçok insanın geç kalmadan buraya gelmeyi istemesine neden oluyor.

Venedik’i görmüş olmaktan dolayı mutluyuz ancak buraya tekrar gelir miyiz tam emin olamıyorum. Çünkü biz daha sakin ve de özellikle çok turistik olmayan yerleri keşfetmeyi daha çok seviyoruz. Venedik’e gelmek isteyenlere tavsiyemiz tarihi adada kalmak yerine daha dışarıdaki otellerde kalıp günübirlik ziyaret yapmaları olur.

Padova – Soave – 18-19 Eylül 2023

Öğleye doğru ayrıldığımız Venedik’ten sonraki ilk durağımız Padova oldu. Yolumuz üzerinde çocuklarının eğitimi için Padova’ya gelmiş bir arkadaşımıza uğradık. Daha önce hiç bilmediğim bu şehir bazı konularda aslında ne kadar habersiz yaşadığımızı düşündürdü bana. Örneğin Galileo ve Kopernik’in de ders verdiği bir üniversite olan Padova Üniversitesi, 1222 yılında kurulmuş ve dünyanın en eski üniversitelerinden birisiymiş. Fotoğrafta gördüğünüz meydan 90 bin metrekare ile Avrupa’nın en büyük meydanlarından birisiymiş. Prato della Calle adındaki elips seklindeki bu meydanin etrafında 78 kişinin heykeli var.

Her yerinden tarih fışkıran Padova’da rahatlıkla 2-3 gün geçirebilir. Ama biz Venedik’te çok yorulduğumuz için burada biraz daha kalıp yola devam ettik. Sadece fikrimiz olsun diye Vicenze’ye girip arabayla dolaştık ve 2 gece kalıp biraz dinlenebileceğimiz Soave isimli bir kasaba yakınlarında doğa içinde bir otele geldik.

Villa Nichesola, içinde 4-5 tane villa ve 6 tane odası, meyve ağaçları ile dolu çok geniş bir bahçesi, yüzme havuzu ve bahçe içinde de nefis bir restoranı olan bir B&B otel. Otelin etrafında üzüm bağları dolu, yeşil olmayan hiçbir yer yok. Yerlerde tek bir çöp görmedim, her yer tertemiz. Burada iki gün kalıp hem dinlenmeye hem de etrafı kısa turlarla gezmeye karar verdik.

Biraz dinlendikten sonra arabayla rastgele dar yollarda gezmeye başladık ve tepelerde küçük eski bir kale kalıntısı görünce üzüm bağları arasında oraya çıktık. Buradan etrafı tam olarak görebiliyorsunuz ve her yer bağlarla kaplı. Evler de büyük ihtimalle bu bağların sahibi olan insanların evleri. Şimdi hasat zamanı olduğu için yanımızdan sürekli üzüm taşıyan traktör ya da kamyonetler geçti, herhalde şaraphaneye ya da kurutacakları yerlere taşıyorlar üzümleri. Ancak bu kadar geniş alanda bu kadar çok üzüm nasıl hasat edilir, aklımız almadı. Ortalıkta insan da görmüyoruz bu arada, yoksa üzümü de robotlarla mı topluyorlar diye düşünüyor insan.

Bu bölgede büyük bir merkezi yerleşke yok, Soave merkezi bile çok küçük. Her şey üzüme ve şaraba endeksli gibi. Ailelerin bazıları kendi markalarını da yaratmışlar ve bunları sattıkları ya da tadım yaptırdıkları çok güzel tasarlanmış yerleri de var. Biz de bunların birisinde tadım yapıp biraz şarap satın aldık.

İtalya’da restoranların çoğu öğleden sonra kapalı oluyor ve saat aksam 7’de açıyor. Bu saate kadar sokaklarda çok az insan görüyorsunuz. Sonra restoranların hepsi birdenbire dolmaya başlıyor ve çoğunda rezervasyonsuz yer bulunmuyor. Bizim gibi günün her saati aktif olan bir toplum için gerçekten anlaşılması zor.

Burada iki gün kalıp biraz dinlendikten sonra Garda Gölü’nü keşfetmek için sabahtan yola koyulduk.  

Lonato del Garda – 20 Eylül 2023

Garda Gölü’ne giderken yol üzerinde İtalya’nın önemli şehirlerden birisi olan Verona’ya uğradık. Verona, Adige Nehri üzerinde, nehrin S yaptığı yerde kurulmuş. Eski şehrin olduğu bölge müze gibi ve zaten Dünya Miras Listesinde. Adige Nehri, Po Nehri’nden sonra 410 km uzunluğu ile İtalya’nın en uzun ikinci nehri ve debisi bu mevsimde bile oldukça yüksek.

Biz arabamızı eski şehre yakın bir yere park edip iki saat boyunca gezebildiğimiz kadar çok yer görmeye çalıştık. 13 ve 14. yüzyılda Scala ailesi tarafından yönetilen şehir, o dönemde büyük bir zenginlik de kazanmış. Hala da 250 bin kişilik nüfusuyla en çok turist alan İtalyan şehirlerinden birisi.

Shakespeare’in Romeo ve Juliet oyunu Verona’da geçiyor, gerçi Shakespeare burayı hiç görmemiş ama, Juliet’s House diye bir yer sanki gerçekmiş gibi ziyaretçi alıyor. Hatta öylesine ki biz önündeki kuyruğu görünce girmeyi bile denemedik.

Kısa bir süre geçirsek de Verona bizde çok sıcak bir izlenim bıraktı. Belki başka bir sefere daha uzun zaman geçirmek isteyeceğimiz bir yer oldu.

Garda gölü İtalya’nın en büyük gölü ve son zamanlarda en çok turist çeken yerlerden de birisi. Göl kenarında birçok kasaba var, ama biz göle adını veren ve gölün güney doğusundaki Garda kasabasına gitmeyi tercih ettik. Fakat burada arabayı koyacak boş yer bulamayınca biraz kuzeye doğru gidip göl kıyısını da görmek istedik. Giderken yoldan yukarıdan göle bakınca nefis bir koy gördük ve arabayı da kolayca park edebildiğimiz bu yerden kıyıda ücretli girilen Cala delle Sirene adındaki bir tesise geldik. İyi ki de gelmişiz, harika zeytin ağaçlarının arasından olağanüstü bir sahile vardık. Otis de biz de nefis bir suda yüzdük, Otis sahildeki herkesin sevgilisi oldu ve diğer insanların yanından ayrılmadı.

Buradan hiç ayrılmak istemesek de yolcu yolunda gerek deyip duşumuzu aldık ve gölün güneybatısına doğru yola çıktık. Yol üzerinde uğradığımız diğer bir yer de Bardolino adındaki bir kasaba oldu. Akşam yemeğini yediğimiz bu kasaba da oldukça popüler bir yer. Garda gölü aynı zamanda su sporları açısından da mükemmel bir yer. Özellikle yelken sporu için çocukların küçük yaşta spor sevgisini elde ettikleri bir yer. Burada otellerin dışında çok güzel yazlık evler de var, bu yüzden otel yerine bu evlerden kiralanarak da tatile gelinebilir. Hiç sıkılmadan ve gölün etrafını dolaşarak en az bir hafta çok keyifli bir tatil yapılabilir.

Yemekten sonra biraz yol almış olmak için yol üstündeki Lonato del Garda adındaki başka bir kasabada yer ayırttığım otele doğru yola koyulduk. Kasabanın biraz dışında olan otelimize geç saatte geldik, bir markete uğrayıp su ve birkaç şey almak istediğimiz için arabayla dışarı çıktık. Saat 9 gibi neredeyse her yer kapalıydı ve en sonunda kasabanın merkezinde bulduğumuz küçük bir büfeden su alabildik. Kasabanın sokakları da çok eski, kimsenin olmadığı ve sadece tek yönlü arabaların geçebildiği kadar dar olduğundan biraz ürktük doğrusu.

Sabah olunca ben erkenden Otis ile yürüyerek kasaba merkezine tekrar gittim ve gündüz gözüyle aslında buranın da kasabadan küçük sevimli bir köy olduğunu düşündüm. Köy merkezindeki meydanda açık pazar vardı, burada biraz fotoğraf çekip köyün her yerini hızlıca dolaştık ve yola devam etmek için otele geri döndük.          

Arona – 21-23 Eylül 2023

Lonato del Garda’dan sonra çok sayıda farklı yer görüp akşam yemeğine Arona’daki arkadaşlarımıza yetişeceğimiz için biraz hızlı yol aldık.

Önce Brescia’ya uğradık, kahvaltıyı orada yaparız diye düşündük ama kahvaltıda yumurtalı bir şeyler yemek isteyip de sadece kruvasan ve kahve satan yerler görünce vazgeçip çevreye biraz bakınıp yola devam edelim dedik. Brescia’a bize bu kısa turda çok da çekici görünmedi açıkçası. Belki daha uzun bir zamanda bilen birisiyle gezmek lazım burayı da.

Sonraki durağımız Bergamo ise özellikle bir tepede bulunan eski şehri ile çok güzel göründü bize. Çevresi yemyeşil ve yeşillikler arasında çok estetik şekilde yapılmış evleri ile beğenimizi kazandı. Arabayla bir saate yakın turladığımız şehri daha sonra daha uzun sure gelinebilecek şehirler listemize ekleyerek yola devam ettik.

Como gölüne haritadan bakarsanız ters Y gibi düşünebilirsiniz. Y’nin doğu ayağında Lecco, batı ayağında Como var. Lecco daha dar gelirli insanların geldiği, Como’ya göre daha az turistik bir yer. Herhalde tarih boyunca böyle olmuş, çünkü tarihi binalar bile Como’ya göre sayıca daha az ve daha az gösterişli. Garda’dan Lecco’ya gelirken büyük oranda otoyol yerine ara yolları tercih ettik. Araba kullandığım için fotoğraflarını çekemediğim harika yerlerden geçtik. Doğa burada inanılmaz şekilde cömert ve insanlar da bunun değerini çok iyi biliyor, yüzlerce yıldır yağmalamak yerine koruyor.

Lecco’dan sonra Como’ya geldik ama yağmur da şiddetini artırdı, bu yüzden çok fazla gezemedik ve onun yerine tarihi bir meydandaki bir restoranda oturup keyif yapmayı tercih ettik.

Özellikle sosyetenin burada aldığı evlerle dünyaca ün yapmış Como’da kimlerin evi var deyince, Google bana şu isimleri sıraladı: George Clooney, Madonna, Richard Branson, Sylvester Stallone, Gianni Versace, Matt Bellamy ve Ronaldinho.

Buradan da geçen yıl da kaldığımız ve benim favori yerlerimden birisi olan Arona’ya doğru yola çıktık. Arona doğasını çok sevdiğim ve bence Como’dan daha güzel bir yer olduğu gibi, can dostlarımızın yaşadığı bir yer. Burada otel yerine arkadaşlarımızın evinde kaldık ve otellerden yorulmuş olduğumuzdan biraz ev özlemini giderdik. Ama iki gece kalmayı planlarken yağmur yüzünden üç gün kaldık. Tek sorunumuz evin iki kedisi ile Otis arasındaki gerilim oldu. Bir ara bahçede neredeyse kedilerden biri Otis’e saldıracaktı, eve zor kaçtık.

Aslında bu durumdan çok da şikayetçi değiliz çünkü arkadaşlarımız Benek ve Candemir’lerin evinde ve işlettikleri restoranlarında şarap içerek, uzun uzun sohbet ederek zaman geçiriyoruz. Bir ara yağmur 2-3 saat ara verince kendimizi dışarı attık ve Arona’nin kıyısında olduğu Maggiore gölünün batısındaki daha küçük Orta gölüne ve onun kıyısında bulunan tarihi bir kasaba olan Orta’ya gittik. Bu küçük gölün ortasında bir ada var, oraya da çok eski zamanlardan bu yana birçok bina yapılmış ve hepsi de çok iyi korunmuş. Bu adayı da botla gidip ziyaret edebiliyorsunuz.

Fotoğraflardan birisi kaldığımız odadan Maggiore gölü. Buradaki son günümüzde Benek ve Candemir bizi gölün kıyısından kuzeye doğru arabalarıyla gezdirdiler. Buralar gerçekten görülmeye değer yerler, her köşesinde nefesi kesiliyor insanın.

Benek ile ben Uşak Lisesi’nden arkadaşız, yani 40 yıllık bir arkadaşlık. Her zaman söylerim, bir insanın zenginliği parasının miktarı ile değil içten dostlarının sayısıyla ölçülür. Ben bu açıdan kendimi çok zengin hisseden birisiyim doğrusu.

Şimşekler çakarak yağan yoğun yağmurun dinmesiyle biz de bir sonraki durağımız olan Torino ya doğru yola çıktık.

Torino – 24 Eylül 2023

3 gün boyunca yağan yağmurun durmasından sonra pırıl pırıl bir güneş altında keyifli bir yolculukla Torino’ya vardık. Kaldığımız otel şehir merkezinin biraz dışındaydı ve bu bölge anladığım kadarıyla daha çok göçmenlerin yaşadığı, biraz bakımsız bir yerdi. Ancak öğleden sonra şehir merkezine gidince aslında şehrin ne kadar güzel olduğunu gördük.

Ben bu kadar etkileyici bir şehir beklemiyordum doğrusu. Şehrin mimarisi gerçekten müthiş, birçok meydan, bu meydanların etrafında saraylar, müzeler, kiliseler ve çok kaliteli görünen evler, altlarında bütün dünya markaları, yerel markalar, kafeler, restoranlar. Burada sıkılmadan 4-5 gün rahatlıkla geçirilebilir.

Dünyanın en büyük Mısır medeniyetleri müzesi, Kahire’den sonra Torino’daymış. Sinema müzesi, otomobil müzesi ve daha birçok önemli müzenin olduğu Torino’da futbol da çok önemli. Torino ve Juventus gibi iki büyük futbol kulübü de bu 850 bin nüfuslu şehrin bütün dünyaca tanınmasını sağlıyor.

Alp dağlarının eteğinde ve İtalya’nın en uzun nehri olan Po kenarındaki bu güzel şehri biraz neler yapılacağı konusunda hazırlıklı olarak gelmek kaydıyla herkese tavsiye ederim.

Lyon – 25 Eylül 2023

Torino’dan öğleye doğru yola çıkıp sakin bir yolculukla öğleden sonra Lyon’a vardık.

Yol boyunca İtalya ve Fransa’yı ayıran Alp Dağlarının muazzam manzaraları bize eşlik etti. Dağların eteklerinde birçok irili ufaklı yerleşim yerleri eminim ki kışın karlar altında bambaşka bir manzara yaratıyordur.

Otoyol bu yüksek dağlar arasında bir vadide akan Dora Riperia nehri boyunca inşa edilmiş ve bu kadar zorlu bir coğrafyayı çok kolay geçmeyi sağlıyor. Tabii yol boyunca birçok uzun tünelden geçiliyor. Bunların en uzunu Frejus tüneli, 1974’te yapımına başlanmış ve 1980’de kullanıma açılmış. 12878 metre ile araçlar için yapılmış dünyanın en uzun 13. tüneliymiş. Zaten bu tünel için ayrıca ücret ödeniyor ve en az 50 km en fazla 70 km hız yapabiliyorsunuz. Önünüzdeki araçtan da 150 metre mesafede gitmeniz gerekiyor.

İki yıldır yaptığımız bu Avrupa yolculuklarda üzerinde en çok ilgimi çeken ve üzerinde düşündüğüm konulardan birisi tüneller oldu. Tünel inşa teknolojisinin gelişmesi sayesinde ülkelerin her alanda çok daha hızlı şekilde gelişebildiği kesin. Çok daha az yakıtla, doğaya çok daha az zarar vererek, kaza riskini çok aza indirerek mal ve yolcu taşımayı sağlayan tünellerin bütün dünyada 1970’lerden sonra çok daha hızlı arttığını söyleyebiliriz. Dünyada en uzun tünel Norveç’teki Laerdal Tüneli ve 24,5 km. Şu anda yapım halinde olan ve 2031 yılında bitmesi planlanan yine Norveç’teki Boknafjord Tüneli bittiğinde 26,7 km ile dünyanın en uzun tüneli olacak. Türkiye’deki 14,5 km uzunluğundaki Zigana Tüneli ve 14,3 km uzunluğundaki Ovit Tüneli de dünyadaki en uzun tünellerden. Tam listeyi merak edenler için: https://en.wikipedia.org/wiki/List_of_longest_road_tunnels

5 saate yakın çok keyifli bir yolculuk sonrası önce Lyon merkezine gittik ve 2 saate yakın dolaşıp birer kadeh şarap içtik. Lyon Rhone ve Saone nehirlerinin birleştiği, zengin tarihi ve mimarisi ile Fransa’nın önemli şehirlerinden birisi. Nehirlerin arasında kalan yarımada gibi olan bölgeyi gezdik ama hakkını vermek için burada da en az 2-3 gün geçirmek lazım.

Bizim hiç ilgi alanımızda olmadığı için bilmediğimiz Dünya Rugby Şampiyonası da Fransa’da 8 şehirde düzenleniyormuş. Bu yüzden üstünde forma olan baya bir turist restoranlarda kafa çekmekle meşguldü.

Ben kalacağımız oteli yine biraz şehir dışında ve doğa içinde bir yerde seçtim. Otelin adı Domaine Lyon Saint Joseph Hotel. Çok geniş bir arazide, zamanında daha çok dini amaçlı toplantılar için yapılmış ve sonradan otele çevrilmiş. Otis ile orman gibi bahçesinde gezmek çok keyifli oldu.  


Limoges – 26 Eylül 2023

Lyon’dan sabah yola çıktık ve Limoges’i hedefledik. Bu defa Ayşegül direksiyona daha çok geçti ve beni de dinlendirdi. Bu arada Limoges’da kalmaktan vazgeçip akşam biraz geç saatte bir sonraki hedefimiz olan La Rochelle’e geldik.

Toplamda 700 km’ye yakın yol yaptık ama çok keyifli bir yolculuk oldu. Lyon-Limoges arası yeşilin her tonuna doyduk diyebilirim. Yol boyunca göz alabildiğine her yer birbirinden farklı birçok ağaçla dolu ormandı. Yolumuz uzun olduğu için aralara girmedik ama buralarda asıl ara yollarla ulaşılan köylerin çok güzel olduğunu sanıyorum. Seneye şehirlerde kalmak yerine sadece köylerde kalmaya karar verdik.

Limoges’a gelince Ayşegül ile ayrı gezmeye karar verdik, çünkü o porselen meraklısı ben ise sokakların, binaların, mekanların. Limoges oldukça küçük bir şehir, eski şehirdeki evler yüzlerce yıl öncesinden ve çok iyi korunmuş. Porselen konusunda hala en ünlü şehir ve biz gittiğimizde kapalı olan bir müzesi de var. Biraz dolaştıktan sonra hemen tarihi bir barda hafif bir şeyler içip Atlantik kıyısında bir şehir olan La Rochelle’e doğru yola koyulduk.

Bu iki şehir arasında otoyolda değil normal şehirler arası yollardan gittiğimiz için aralarda beğendiğimiz yerlere girdik. Bunlardan bir tanesinde küçücük bir gölette balık tutanlara rastladık, tuttukları sazan balığını hemen geri bıraktılar. Amaç balığı yemek değil, yakalama zevkini tatmak zaten.

Girdiğimiz köyleri bizim köylerle kıyasladığımda en büyük fark temizlik anlayışımız diyebilirim. Ben de köy kökenli birisi olarak buradaki köyleri gördükçe kendimizin temiz olduğunu söyleyerek sadece kendimizi kandırıyoruz diye düşündüm. Dağ başında 10-15 evin olduğu, inek ve koyunların otladığı köylerde bile yerde bir tane çöp görmedim.

Kuzey İtalya çok güzeldi ama tam ortadan en doğusundan en batısına geçtiğimiz Fransa da en az o kadar güzel. Dünyanın açık ara en çok turist alan ülkesi olan Fransa’ya da daha çok gelmek gerektiğini iyice anladım.

La Rochelle – 26-27 Eylül 2023

Akşam 9 gibi geldiğimiz La Rochelle, bugüne kadar beni kendine ilk görüşte aşık eden ilk şehir oldu. Fotoğraflar bu güzel şehri göstermeye yetmiyor, mutlaka görmenizi öneririm.

Zor yetiştiğimiz otelin restoranındaki akşam yemeği sonrası Otis’i sadece tuvalet için dışarı çıkardım ama şehir bir anda beni içine aldı ve otele dönmek istemedim. Eski şehrin içindeki otelimiz de konumu da muhteşem bu arada. Maison Des Ambassadeurs adındaki bu otelde de her şey birinci sınıf ve belki biraz sezon sonu olduğu için fiyatı da son derece uygun.

Otelin dışında sadece izinli arabaların girebildiği sokaklarda kaldırımların hepsi kemerli ve sütunlu koridorlar seklinde oluşturulmuş. Yağmur yağsa hiç ıslanmadan dolaşabilirsiniz. Evlerin hepsi birbirine uyumlu bej veya krem rengi taşlardan yapılmış. İnsanlar genelde çok güler yüzlü ve iyi akşamlar ya da günaydın diyor. Otis sayesinde çok ilgi çektiği için birçok insanla konuştum, çoğu Fransızca bilmiyorum desem de benimle İngilizce konuşmaya çalıştı. Yani Fransızlar hakkında genelde hep şikayet edilen bilseler bile kendi dilleri dışında başka dilde konuşmazlar durumunu burada hiç yaşamadık.

Sabah erkenden Otis’i eski şehrin yanındaki parka götürdüm. Park eski şehrin kendisinden daha büyük ve birçok insan kopeğini serbest bırakmış, özgürce koşuyorlar. Parktan denize kadar yürüdükten sonra eski şehirdeki sokakları tek tek gezerek Marche adındaki yerde halk pazarına gittik. Sabah kahvaltımı paella ile yaptım. Pazarda her türlü meyve ve sebzenin en iyisi bulunuyor. Kapalı alanda ise her türlü balık, et ve süt ürünleri vardı.

10. yüzyılda kurulmuş bu şehir defalarca el değiştirmiş ve zaman zaman en önemli liman şehirlerinden birisi olmuş. Son yıllarda sürekli Fransa’nın en yaşanılır kentlerinden birisi seçiliyormuş. Turizmin diğer Fransız şehirlerine göre nispeten daha az geliştiği söylenen bu şehir defalarca gelinmeyi hak ediyor.

Avrupa’nın en büyük akvaryumunun burada olduğunu öğrenince, Ayşegül’ün de otelde dinlenmek istemesini fırsat bilerek Otis’i ona birikip hemen oraya gittim. 8.445 metrekare alanı olan akvaryumda 600’den farklı türde 12.000’den fazla deniz hayvanı var. Yılda 800.000 kişinin ziyaret ettiği ve özel bir girişim olarak bir ailenin sahip olduğu akvaryum Atlantik kıyısındaki bu şehre çok yakışmış. Yaklaşık 1,5 saat hayran şekilde gezdim. Özellikle köpek balıklarının olduğu bölüm çok etkileyici. Deniz atlarından, yılan balıklarına, su kaplumbağalarından pirhanalara, çeşit çeşit deniz anası, mercan ve Karayip bölgesinin renkli balıklarına çok zengin bir koleksiyonu görebiliyorsunuz.

Akşam yemeğinde uzun süredir burada yaşayan, zaten burayı da kendisinden öğrendiğim Tolga Pamir ile yemek yedik. Tolga ile ortak aldığımız bir yelkenli ile geçen iki yılda Türkiye’de bir ilk olan Challange4Seas projesini gerçekleştirdik. Daha önce bu konuda çok yazdığım için burada yeniden yazmayacağım. Bu süreçte Fransız eşi ve oğlu ile Bodrum’a da taşınan Tolga ve ailesi yeniden La Rochelle’e geri döndü. Ülkemizde gerçekten farklı bir şeyler yapan insanların değeri hiç bilinmedi, bu gidişle de hiç bilinmeyecek.  

Yemekte Adriyatik kıyısında olan şehirde bolca bulunan istiridye, yengeç, ıstakoz ve balıklardan oluşan bir menü yedik. Yanında da harika bir beyaz şarabın eşlik ettiği doyumsuz muhabbet tabii ki. Tolga ile aslında Londra’dan buraya uçakla gelmenin ne kadar kolay olduğunu konuştuk, bu kış mutlaka onu ziyaret edip Atlantik’te yelken yapalım diye karar verdik.

Mont Saint Michel – 28 Eylül 2023

Ertesi sabah otelde yaptığımız kahvaltıdan sonra Tolga’nın her insanın mutlaka görmesi lazım dediği Mont Saint Michel’e gittik. Daracık yollarda köylerin ve tarlaların içinden geçerek geldiğimiz bu yer gerçekten de olağanüstü bir yerdi.

İlk 708 yılında yapılan bir kilise ile başlayıp yüzyıllar boyunca inanılmaz bir yapıya dönüşen bu yer aslında çevresi sadece 960 metre olan granit bir kayalık ada. Ama ilginç olan ada olup olmaması gelgitin durumuna göre değişiyor. Sular yükseldiğinde ada iken alçaldığında karadan yürüyebiliyorsunuz. Sürekli erişilsin diye civardaki nehirlerin alüvyonu buraya yönlendirilmiş ama yeni bir proje ile bu alüvyonu temizlemeye ve yeniden ada yapmaya çalışıyorlar.

Bu sadece 4 km karelik kayalık, yüzyıllar boyunca işlenerek acayip bir hale getirilmiş. Yüzyıl Savaşları sırasında düşman tarafından hiç ele geçirilememiş. Uzun yıllar hapishane olarak da kullanılmış. Ama simdi yılda 3 milyon kişinin ziyaret ettiği ve Dünya Miras Listesinde en başta yer alan yerlerden birisi. Hava yağışlı olmasına rağmen çok kalabalıktı ve otoparkın olduğu anakaradan adaya otobüsler yolcu taşımaya yetişemiyordu. Ben de otobüs beklemektense, zevkle yağmur altında o yolu 45 dakikada yürüdüm.

Bu arada başka ilginç bir bilgi, etraftaki otlaklar sürekli gelgit ile tuzlu hale geldiğinden, bunlarla otlanan koyunların etinin de daha lezzetli olduğu söyleniyor ve civardaki restoranlar bu etleri satıyormuş. Sular alçaldığında insanlar adanın etrafında kilometrelerce yürüyor, çektiğim en son fotoğraf x10 zoom ile çekildi.

Benim büyük keyif aldığım bu yeri mutlaka görmenizi öneririm. Buradan

Lac de Pont-l’Eveque – 28 Eylül 2023

Mont Saint Michel’den öğleden sonra geç saatte yola çıktık. Feribota bineceğimiz Calais’e hala 500 km kadar yolumuz vardı ve yorgun da olduğumuzdan geceyi geçirmek için Calais yolu üzerinde başka yerler bakmaya başladım. Küçük bir göl kenarındaki otel dikkatimi çekti ve orada yer ayırtıp akşam geç saatte otele vardık. Ama Otis’i yemek için restorana almayınca sinirlenip yakındaki kasabaya gittik ve çok sevimli bir restoranda yemek yedik. Yan masada oturan ve çok büyük inşaatlarda kullanılan dev iş makinelerinin operatörlüğünü yapan ve özel eğitimli oldukları için dünyanın birçok yerinde çalışmış iki Fransız ile Otis sayesinde tanışıp sohbet ettik. Çok iyi para kazandıklarını, işlerini iyi yaptıkları için her yerde arandıklarını anlattılar. Adamlara bakıp bizde herkesin üniversite mezunu olması gerekirmiş gibi bir anlayışın yerine ustalık konusunda da çok yatırım yapmamız gerektiğini düşündüm.

Ertesi sabah otelden ayrılıp gündüz gözüyle de bu şirin kasabayı arabamızla dolaşıp Calais’e doğru yola koyulduk. Öğleden sonra vardığımız Calais’den Eurotunnel’a binip İngiltere’de Folkstone’da indik. Oradan da yaklaşık 2 saatlik bir yolculuktan Londra’daki evimize vardık. Böylece 25 haziranda çıktığımız evimize 29 Eylül günü vermiş olduk.



Categories: Bütün Yazılar, Geziler

2 replies

  1. Selamlar; keyifle okuduk! 3 yasında kızımızla bu kadar olmasada italya’ ya gidip gelmek istiyoruz öneriniz nedir? Birde siz ne marka araba ile gidip geliyorsunuz konfor açısından sormak istedim

    • Bence özellikle Kuzey İtalya’nın her yeri çok güzel. Herkes farklı beklentilerle gezebilir, o yüzden tek bir yer önermek zor büyük şehirlere uçakla gitmek nasıl olsa daha kolay, ben Arona, Garda gibi göllerin de olduğu küçük yerleri tavsiye ederim. Biz 2019 model BMW X5 arabamızla seyahat ettik.

Bir Cevap Yazın

%d