Tabanvay Özgürlüğü

İngiltere yazılarıma bu defa İngiltere’deki ve de özellikle Londra’daki ulaşım sisteminden bahsederek devam etmek istiyorum. Çünkü ilk arabasını 25 yaşında almış, yani son 20 yıl hep araba kullanmış, bu süre içinde neredeyse toplu taşıma araçlarına hiç binmemiş birisi olarak, hayatımızdaki en önemli değişiklerden birisi de bu oldu. Kolay ulaşımın insan hayatına etkilerinin ne kadar önemli olduğunu gördüğümden, İngiltere yazı dizilerimin üçüncüsü olarak bu konuyu seçtim, sanırım özellikle İstanbul’da yaşayanlar okuyunca bana hak vereceklerdir.

Burada ulaşım denince akla gelenler sırasıyla şöyle : Metro, tren, otobüs,uçak, taksi, bisiklet, motorsiklet, yürüme.

Aslında bu araçlardan tek tek bahsetmeden önce bütün İngiltere’de geçerli olan posta kodu sisteminden bahsedeyim, çünkü Türkiye’de neden kullandığımızı bilmediğim bu kodlar burada hayati önem taşıyor ve hayatımızı inanılmaz derecede kolaylaştırıyor. Herhangi bir yere gidecekseniz posta kodunu bilmeniz yeterli. Posta kodları bir bölgeyi değil bir noktayı belirliyor ve bu kodu Google Maps’e girdiğinizde o noktayı size gösterdiği gibi, o noktaya hangi saatte nasıl gidebileceğinizin detaylarını da veriyor.  Hangi metroya binip sonrasında kaç dakika yürümeniz gerekiyor ya da hangi otobüse binmeniz ya da bisikletle nasıl gidebileceğiniz gibi. En fazla 5 dakika yanılma payı ile de bu noktaya erişebiliyorsunuz, çünkü trafiğin durumu dahil bütün sistemler online birbirine bağlı.

Londra merkezden dışarıya doğru 9 bölgeye (zone) ayrılmış durumda ve bu bölgeler arasında metro ile ulaşımın fiyatları farklı. Yani bilet satın alırken hangi bölgeler arasında gezeceğinize göre bilet almanız gerekiyor.  Ama biletle uğraşmak yerine toplu taşıma araçlarına  her istasyondan satın alabileceğiniz Oyster kartlar ile binmeniz hem daha ucuz hem de daha pratik.  Bu kartlara para yüklüyorsunuz ve sonrasını bu sisteme bırakıyorsunuz, çünkü sistem sizin bindiğiniz metro, tren ya da otobüs kayıtların bakarak sizin için en ucuz tarifeden ücretlendirme yapılmasını sağlıyor. Ayrıca bu kart sayesinde bu araçlara inmek binmek de son derece pratik oluyor. Ancak Oyster kart sanırım 8. bölgeye kadar geçerli, yani 9. bölgeye veya Londra dışındaki başka bir yere tren ile gitmek için bilet almanız zorunlu.

underground

Metro buradaki adıyla Tube ya da Underground benim şehir içi ulaşımda ilk tercih ettiğim araç, çünkü hemen hemen her yere, en fazla birkaç dakika yanılma payı ile varabiliyorum. Yılda 1 milyar yolcu taşıyan metro dünyanın en eski ve en uzun metrolarından birisi. Bazı istasyonların ne kadar eski olduğunu içinden geçerken görebiliyorsunuz zaten. Bu hatların hepsi birbirleri ile bağlantılı olduğu gibi otobüs ve trenlerle de bağlantılı. Metro ve trenleri birlikte gösteren şu haritayı Londra’da çok fazla kullanacaksınız : http://www.tfl.gov.uk/assets/downloads/oyster-rail-services-map.pdf

Bu arada Londra metrosunun en ünlü taraflarından birisi görevlilerin sürekli ‘mind the gap’ yani ‘boşluğa dikkat edin’ diye uyarmaları. Bu bana çok komik geliyor, çünkü bizim gibi hayatı çeşitli boyutlarda çukurlarla mücadele ile geçen Türkler için bu uyarı, biraz geri zekalı muamelesi gibi geliyor bana.

Trenler çok uzun zamandır İngiltere’deki en önemli toplu taşıma araçları konumunda olmuşlar ve yılda 1.5 milyar yolcu trenleri kullanıyor. İkinci dünya savaşı sonrası, İngiltere tren işletmelerini millileştiriyor ama daha sonra zarar etmesi nedeniyle 1994-1997 yılları arasında franchising yöntemiyle 25 farklı şirkete satıyor. Bu trenler ile Britanya’daki hemen her yere gidebiliyorsunuz, hatta Eurostar ile deniz altından Avrupa kıtasına bile geçebiliyorsunuz. Trenlerle şehir içi yolculuklar yapabildiğiniz gibi çok hızlı şekilde şehirlerarası da yolculuk yapabiliyorsunuz. Örneğin ben iş için sık sık Londra’dan yaklaşık 320 km. uzakta bulunan Leeds’e 2 saat 15 dakikada laptopumla çok rahat çalışarak gidiyorum.

 

eurostar

Londra’nın ortasından Paris’in ortasına Eurostar ile 2 saat 15 dakikada varıyorsunuz ve biletleri önceden alırsanız çok da ucuz fiyatlara hafta sonunu Paris ya da başka bir Avrupa şehrinde geçirebilirsiniz. Hem de havaalanlarında olduğu gibi 2 saat öncesinden gitmek, belli bir ağırlığın üstünde bagaj taşıyamamak gibi dertler de yok. Hatta uçaklarda olduğu gibi her 100 ml.’den daha fazla su taşıyana terörist muamelesi de yapılmıyor trenlerde.

Belediye otobüsleri metro ve trenlere göre tabi ki çok daha yavaş ve normal şartlarda benim tercih etmediğim araçlar. Ama kısa mesafeler için ya da vaktiniz varsa etrafı seyrederek gitmek için ideal araçlar. Çünkü metro kullandığınızda yerin altına bir yerde girip bir yerden çıkıyorsunuz ve şehri öğrenmeniz mümkün olmuyor. Otobüslerin güzel olan tarafı duraklardaki bilgilendirmeler. Her durakta o duraktan geçen otobüslerin nereden gelip nereye gittiğini gösteren haritalar var. Her durakta ayrıca hangi numaralı otobüsün kaç dakika içinde o durakta olacağı da elektronik bir tabelada sürekli güncelleniyor.  Durakların tepesinde o durağı tanımlayan bir harf var ve o harfin altında da o durakta hangi numaralı otobüslerin duracağı yazıyor. Böylece hangi durakta hangi otobüsü beklemeniz gerektiğini ve bu otobüsün kaç dakika içinde orada olacağını görebiliyorsunuz ve bu bilgiler Google Maps üzerinde de canlı olarak takip edilebiliyor. Bu arada metro gece yarısından sonra çalışmadığı için her durakta gece otobüsleri için ayrıca bilgilendirmeler var. Bu otobüsler sayesinde Londra’da gece yarısı da toplu taşıma kullanabiliyorsunuz.

Londra’da 6 tane uluslararası havaalanı var, ama bunların içinde Heatrow en büyüğü. Daha sonra sırasıyla Gatwick, Stansted, Luton, City, Southend havaalanları geliyor. Bunların dışında Britanya adasında hemen hemen her şehirde bir havaalanı var ve yılda ortalama 250 milyon yolcu bu havaalanlarını kullanıyor. Tren ve metroları kullanarak havaalanlarına kolaylıkla gidebiliyorsunuz, eğer taşıyacak çok eşyanız yoksa havaalanlarına en güzel ulaşım aracı metro ya da tren. Ben genelde Gatwick’i tercih ediyorum, çünkü tren ile ulaşım çok kolay, Heatrow gibi aşırı kalabalık olmuyor, kapıda ya da uçağa binişte zaman kaybedilmiyor. Heatrow tüm dünya için kavşak bir havaalanı olduğundan bazen kabusa dönüşebiliyor.

london_guide_black_cabs

Londra’da taksiler de çok kullanılıyor. İki çeşit taksi var, birisi Black- cab denen ve eski model araba görüntüsünde olup üzerlerinde TAXI yazanlar. Bu taksileri yollarda bol miktarda görebilirsiniz ve eğer TAXI yazan ışıkları yanıyorsa el sallayarak durdurabilirsiniz. Gideceğiniz adresi ya da posta kodunu söylemeniz yeterli, taksi şofürleri ciddi bir sınavdan geçip taksi şoförü olduğu için “ben karşının taksisiyim abi, sen yolu tarif eder misin” demiyorlar genelde. Taksimetre ile fiyat belirleniyor ve bahşiş bırakmasanız da olur ama bir miktar bahşiş bırakmak tabi ki onları sevindiriyor. Bu taksilerden bulmak için GetTaxi, Hailo gibi birçok mobil uygulama var ve çok aktif şekilde kullanılıyor. İstanbul’da da benzer uygulamalar çalışmaya başladı ama henüz çok da yaygınlaşmadı sanırım.

Diğer taksi modeli ise  Mini-cab denen üzerlerinde TAXI yazmayan, sadece telefonla ya da telefonlardaki uygulamalarla çağırabildiğiniz, yoldan el sallayan yolcuları alması yasak olan, taksimetresi olmayan, binmeden önce parasını konuştuğunuz taksiler bunlar. Genellikle uzun mesafe için benim tercihim bu taksiler oluyor, çünkü black-cabler kısa mesafe için mantıklı ama uzun mesafede çok pahalılar. Ayrıca mini-cab olarak isterseniz 10 kişilik araç ya da 4 kişilik araç isteyebiliyorsunuz. Bunlar için de ayrıca mobil uygulamalar var. Hatta bazı uygulamalar birden fazla minicab şirketinden teklif alıp size istediğinizi seçme olanağı sağlıyorlar.

Londra neredeyse tamamen düz bir şehir, hemen hemen hiç tepe yok. Bu nedenle de bisiklet kullanmaya çok uygun bir doğal yapısı var. Bunun yanında şehircilik ve trafik anlayışı da bisikleti en öncelikli ulaşım araçlarından birisi yapıyor. Hemen her yere bisikletle gitmeniz mümkün ve zaten her yerde her zaman bisikletli insanlar görebiliyorsunuz. Biz de bisiklet aldık ama daha çok gezme amaçlı olarak kullanıyoruz. Bu arada bisiklet hırsızlığı oldukça yaygın, o nedenle insanların genelde iki tip bisikleti var. Birisi çalınsa da üzülmeyeceğiniz kadar eski ya da basit ve sadece günlük olarak kullandığınız, herhangi bir yere kilitleyebileceğiniz en fazla 50-100 pound arasına satın alabileceğiniz bir bisiklet olmalı. Kaliteli bir bisikleti kilitleyip bir yere giderseniz döndüğünüzde yerinde bulma ihtimaliniz çok az.

SAMSUNG DIGITAL CAMERA

Bu arada şehrin her yerinde üzerinde Barclays logosu olan bisikletler görebilirsiniz. Bunlar kısa süreli kiralayıp gittiğiniz yerde de özel park yerlerine bırakabileceğiniz bisikletler. Sürekli bisiklet kullanmayıp arada ihtiyaç oldukça kullanmak için harika bir sistem. Turistler de bu bisikletlere çok ilgi gösteriyorlar. Her park yerinde kredi kartınızla çok ucuza kiralayıp şehri sokak sokak keşfedebilirsiniz. Kendi park yerleri olması da çok büyük bir avantaj, çünkü araba kiralasanız en büyük derdiniz muhtemelen otopark olacaktır.

Motosiklet kullanan insanlar da oldukça yaygın Londra’da. Trafikde hızlı hareket edebilmesi nedeniyle tercih ediliyorlar. Ancak şu ana kadarki gözlemlerime göre bisiklet sanki daha çok tercih ediliyor. Motosikletle çok haşır neşir olmamış birisi olarak çok da fazla şey söyleyemiyorum, eminim ilgili olanların söyleyebileceği bir çok şey vardır bu konuda da.

Son olarak Londra bir yürüyen şehir diyebilirim. Düz bir şehir olmasının getirdiği bir avantaj ile yürümek çok yorucu olmuyor. Ayrıca toplu taşıma araçları çok yaygın kullanıldığı için insanlar bu araçlar arasında gidip gelirken bile yürüyorlar. Bu da çağımızın en büyük sorunlarından olan obeziteye karşı en gerekli çözümlerden olan sporu doğal olarak yapmanızı sağlamış oluyor. Trafik zaten yayalar için çok dikkatli ve özenli düzenlenmiş durumda ve yollarda beyaz bastonlarıyla görme engelli insanları ya da tekerlekli sandalyesiyle bir yerden bir yere kendi başına gidebilen insanları görebiliyorsunuz. Bizde sanki hiç bedensel engelli vatandaşımız yokmuş gibi caddelerde hiç görmememizin ana nedeni, yollarımızın ve kaldırımların onlar için düzenlenmemiş olduğunu burada iyice görebiliyorsunuz.

4523412014_1a0c8ae484_o

Tabi bu arada trafiğin yönü bize göre ters olduğu için her karşıdan karşıya geçeceğiniz yaya kaldırımında, yerde yazan sağa ya da sola bakın yazılarını her seferinde mutlaka okumanızı öneririm. Bir yaya kaldırımında ışık yoksa öncelik her zaman yayanındır, adımınızı atmanız yeterlidir, bütün arabalar durmak zorunda. Ama yaya kaldırımında ışık varsa, mutlaka ışığa uyun, hiçbir araba sizin ışığa uymayacağınızı düşünmez ve bir yaya olarak kırmızıda geçerken bir araba size çarparsa tamamen siz suçlusunuz.

 

Londra gibi yoğun bir nüfüsun olduğu bir şehirde, trafiğin hayatımızı kolaylaştıracak şekilde çözülmüş olmasının, bu şehri yaşanılır kılan en önemli üzelliklerinden birisi olduğunu düşünüyorum. İstanbul’da hafta içinde herkesin en büyük derdi, sabah işine akşam evine gidebilmektir, hafta sonu da sosyalleşmek için dışarı çıkmak ister. Ama sırf trafik yüzünden gününüz yorgun başlar, daha yorgun biter. Ben Anadolu yakasındaki ofisime, Avrupa yakasından birçok kişiyi getirememişimdir, çünkü haklı olarak bütün gününün trafikte heba olacağını düşünür herkes. Aynen ben de gün ortasında trafik azken belki giderim ama sabah erken ya da akşama doğru mümkünse Avrupa yakasında toplantı almamaya çalışırım. Bu arada belki ne iş fırsatları kaçırıyoruz bilmiyorum.

Hafta sonu sırf trafik yüzünden biraz uzakta oturan arkadaşlarınızla daha az görüşürsünüz. Genelde hafta içi yorgunluğunu evde dinlenmekle geçirmeyi tercih edersiniz. Cumartesi gecesi Beyoğlu’nda bir tiyatroya ya da bir restorana yemeğe gitmek en büyük kabuslarımdan birisi olmuştur her zaman.

Bana Londra’ya taşındığımdan bu yana trafik yüzünden hiç sinirlenmedim daha. İstanbul’dayken sinirlenmediğim gün sayısı sayılıydı. Bu durumun İstanbul’da hepimizin günlük hayatını çok etkilediğini, hayata daha olumsuz bakmamıza neden olduğunu düşünüyorum. Normalde 8 saat yatakta, 8 saat işte geçirdiğimizi varsayarsak kalan 8 saatin trafikte geçen 2-3 saatini aslında kendimize, ailemize, hobilerimize ayırabileceğimiz saatlerden çalınmış zamanlarda olduğunu düşünebiliriz. Ayrıca trafikte her gün gereksiz yere harcanan 2-3 saat geri kalan zamanı da kalitesizleştiriyor.

Başka bir sürü nedeni var tabi ama hayatımızın kaliteli olabilmesi için trafik sorununu bir an önce çözmemiz gerekiğine inanıyorum. Medeniyetin en önemli ölçülerinden birisinin ulaşım kolaylığı olduğunu düşünüyorum.

4 aydan bu yana araba kullanmıyorum, ailecek her yere toplu taşıma araçları ile gidiyoruz, bunun nasıl bir özgürlük olduğunu anlatamam. Meğer 25 yıldır arabama tutsakmışım, şimdi tabanvay özgürlüğü yaşıyorum.



Categories: Bütün Yazılar, İngiltere Yazıları

2 replies

  1. Erdem’cim guzel yazi olmus. Bir anektot da ben ekleyeyim Eurostar yeni acil isti, Paris’ten Londraya gectim. londradan cok guzel kemik sapli bir bicak aldim, donuste trene binerken xrayde gozuktu ve neredeyse goz altina aliniyordum. Genc ve turist oldugum icin i ha edilecegine dair bir tutanakla bicagima el koydular ve beni biraktilar. 200 kusur sterlinlik harika bir bicakti hala uzulurum kaptirdigima.

  2. Çok güzel özetlemişsiniz, elinize sağlık. Sırf bu yüzden ben de birkaç sene içerisinde İstanbul’u terk etme planı yapıyorum. Londra sizin anlattığınıza göre tam da beklentilerime uygun bir şehir gibi. Yeni yazıları merakla bekliyorum.

Bir Cevap Yazın

%d