Bilişim Çağı mı Cehalet Çağı mı?

Wikipedia’da Bilişim Çağı başlığı altında şunlar yazılmış :

“Bilişim Çağı (Almanca Informationszeitalter; İngilizce Information Age) bilişim ve iletişim teknolojilerindeki gelişimin insanlık tarihinde toplumsal, ekonomik, ve bilimsel değişimin yönünü yeniden belirlediği ve giderek ağ toplumunun ortaya çıktığı döneme verilen addır. Başta imalat sanayii olmak üzere, ulaştırma, inşaat ve enerji sektörlerindeki gelişmelerin toplumsal ve ekonomik değişimin itici gücü olduğu endüstri toplumunun gelecekte neye evrileceği konusundaki tartışmalar 1950’lerin sonlarında başlamıştır. Başlangıçta bu döneme Endüstri Sonrası Çağı denmiştir. 1980’lerde İnternet’in kullanımının yaygınlaşması ve nihayet 1995’te tamamen serbest bırakılmasından sonra endüstri sonrası terimi yerini enformasyon sözcüğüyle değiştirmiş, kavram Türkçeye Bilişim Çağı ya da Bilgi Çağı olarak yerleşmiştir. Günümüzde “Bilişim Çağı” terimi, 1990’lardan bugüne kadar olan süre için kullanılmaktadır.”

Ben de 1990 yılında üniversiteden bilgisayar mühendisi ünvanı ile mezun olup, Bilişim Çağı’nın en başından bugüne kadar 27 yıldır aralıksız bu sektörün içinde çalışıyorum.

Bilişim Çağı’nın medeniyetin ulaştığı en üst seviye olduğu ve bu çağda üretilecek yeni araçlarla medeniyetin daha da ileriye gideceği konusunda hiç şüphe duymadım. Bu nedenle de bu sektörün içinde emek veren birisi olmaktan her zaman mutluluk duydum, yaptığım işi hep severek yaptım.

Ancak geldiğimiz noktada, bilişim araçlarının medeniyeti daha da ileriye götüreceği konusunda ciddi şüphelerim var. Çünkü artık bir çok ülkede, buna en gelişmiş ülkeler de dahil, bu araçların, doğru ve değerli bilginin daha geniş kitlelere erişmesi icin değil, tam tersine yanlı, yanlış ve son derece değersiz bilginin hemen herkes tarafından kolayca manipüle edilerek geniş halk kitlelerinin farklı amaçlar doğrultusunda yönlendirilmesi ve dolayısıyla yönetilmesi için kullanıldığını görüyorum.

Özellikle internetin gelişmesi ile dünyanın hemen her yerinde her türlü bilginin kolayca ulaşılabiliyor olması, insanların sorgulama ve doğrulama gereği duymadan bu bilgileri hap yutar gibi kabullenmeleri, çok büyük sorunların doğmasına neden oluyor. Bilgiye daha zor ulaşılan dönemlerde bilgi edinmek emek isterken, şimdi elindeki akıllı telefon ile kaynağı belirsiz yerlerden ulaşılan, hiç teyit edilmemiş bilgileri, hiç düşünmeden sanki kendi düşüncesiymiş gibi ezberleyerek kendini alim zanneden bir insan, aynı konuda aynı argümanları okuyan diğer cahil alimler ordusuna katılmaktan da ayrı bir tatmin alır durumda. Bu durum o kadar yaygın ki, bir çok insan, sadece bu hazır bilgilerle, kendisini o konunun uzmanı bir doktordan, mühendisten, hukukçudan, profesörden daha yetkin görebilmekte.

Kısacası eskiden cahiller en azından cahil olduğunun farkındaydı, çünkü ağzını açsa söyleyecek sözü ve bu sözlere bu kadar kolay ulaşma olanağı yoktu. Ben bilgiye kolay ulaşılmasıyla bu insanların cehaletinin azalacağını zannediyordum ama artan bilgi seviyeleri değil cesaretleri oldu.

Bu durum Bilişim Çağı’nın başında bu kadar vahim değildi, belki ben de bu yüzden bunun çok farkına varamadım ve geleceğin daha da kötü olacağını ön göremedim. Ancak özellikle sosyal medyanın gelişmesi ile, insanların bir çoğu için internet sadece sosyal medya anlamına geldi. Özellikle Facebook bu konuda başı çekiyor, çünkü Facebook’ta hepimiz kendi arkadaş çevremiz, iş çevremiz, benzer dini, siyasi, felsefi inançları olan insanlar arasında yaşıyoruz. Dünyadaki dağılımı da, kendi Facebook çevremizdeki dağılıma benzer sanıyoruz. İşte bu ne yazık ki bilginin en büyük düşmanlarından birisi. Sosyal medya üzerinde paylaşılan her türlü düşünce sadece benzer insanlar tarafından değerlendiriliyor ve bu insanlar bunu yine kendi benzer çevrelerinde paylaşarak bir süre sonra kaynağı belirsiz ama kalabalık bir grup tarafından kabul görmüş bir bilgiye dönüştürüyor.

Öyle ki bazen kendi uydurduğu bir bilgi dönüp dolaşıp başkası tarafından önüne geldiğinde onu da bir doğrulama olarak kullanmak ve böylece kendi yalanının kurbanı olmak da çok sık karşılaşılan bir durum.

Bu durum tespitinden sonra bilişim sektöründe bunca yıl kafa yormuş ve emek vermiş bir insan olarak, bundan sonrası için ne yapılabilir konusunda bir süredir kafa yoruyorum ve aslında bir tartışma açmak için bu yazıyı yazıyorum. Çünkü insanlık eğer gelinen bu durumu çözemez ise, bence medeniyetin yönü tersine dönecek. Zaten bir çok ülkede cesur cahillerin oranının arttığını, bir çok ülkede seçilen politikacıların seçilemeyenlere göre ne üstünlükleri var diye bakarak görebiliriz. Artık başarılı politikacı olmak demek, cahilleri bir koyun sürüsü gibi yalanlarla peşinden sürükleyebilmek demek. Belki bu eskiden de böyleydi ama en azından bu kadar kolay değildi. Bunu sadece Türkiye’ye bakarak söylemiyorum, Brexit’e evet diyen İngiltere’ye, Trump’ı secen ABD’ye bakarak da aynı eğilimi görebiliyorum ve bu tip seçimleri başka ülkelerde de hızlanarak görmeyi bekliyorum.

Bu sorunun nasıl çözülebileceği konusunda ne yazık ki somut öneriler sunamıyorum ama bunun tek ve basit bir çözümü olduğunu sanmıyorum. Konunun çok boyutlu bir bakış açısıyla çok farklı meslek grupları tarafından ivedilikle ve önemle değerlendirilmesi gerekiyor. En az küresel iklim değişikliği kadar önemli ve acil bir konu bu bence. Çünkü bu gidiş, insanlığın önündeki bir sonraki çağın ne yazık ki, Cehalet Çağı olarak anılmasına neden olacak, tabi her yalana inanıp küresel iklim değişikliğine inanmayanlar yüzünden ya da olası bir nükleer savaşın sonucu ortada yaşanacak bir dünya kalırsa.

Benim kendi alanım olan yazılım teknolojilerinin bu konuda, tek başına yeterli olmasa da, çok büyük katkılar sağlayabileceğini düşünüyorum. Örneğin Google arama sonuçlarında olabildiğince doğruluğu teyit edilmiş bilgiyi öne çıkarmaya çalışan algoritmalar üretmeye çalışıyor. Bunu ne kadar dürüstçe ve iyi yaptığı ayrı bir yazının konusu olabilir ama paylaşılan bir bilginin doğruluğunu daha kolay teyit etme, hatta bir çeşit otomatik sertifikasyon sistemleri geliştirilecek bence. Bu sistemler, insanların ulaştıkları bir bilginin doğruluk oranı hakkında çok daha hızlı ve daha net fikir edinmelerini sağlayacak belki de. Böylece insanlar doğruluk oranı düşük bilgileri paylaşırken daha dikkatli olacak. Yoksa çok mu iyimserim hala?

Bu aşamada çözümü sadece teknolojiye bırakmak belki iyi niyetli insanlar için işe yarayabilir ama kötü niyetli insanlar için de hukuk ve toplumsal kuralların devreye girmesi gerekebilir. Yalan bilgiyi yaymanın hırsızlık kadar büyük bir suç olduğu bir hukuk sistemi gerekli belki de.

Okullarda ilk öğretilmesi gereken bilginin, doğru bilgiye ulaşmanın kuralları olması gerekli belki de. Saçma sapan, sonradan unutulacak ezbere bilgiler yerine sadece bunu öğretmek ve okullarda bunun pratiğini yaptırmak çocuklara, çok daha sorgulayıcı bir toplum yaratabilir sanırım. Aynı zamanda çocuklara doğru bilgiye ulaşmanın emek gerektirdiğini ve bunun çok önemli bir etik değer olduğunu öğretebilmek de gerekiyor ve bu da en başta ailede başlaması gerekiyor kanımca.

Tabi ne tür çözümler üretirsek üretelim, bunların bir çoğunu hayata geçirebilmek için varolan politikacıların desteği gerekiyor. Şu haliyle bu desteği alabilmek çok mümkün görünmüyor, çünkü politikacıların büyük çoğunluğu politik geleceklerini yalanlar üzerine kurmuş durumda. Bu da aslında bu haliyle onları medeniyet yolunda en büyük engel yapıyor.

Sonuç olarak eğer insanlık Bilişim Çağı’ndan sonra Cehalet Çağı’na girmek istemiyorsa, insanlar arasında doğru bilginin yalan bilgiden daha hızlı yayılmasının çaresini bulmak zorunda.



Categories: Bütün Yazılar, İnternet Dünyası

3 replies

  1. Erdem Abi selam,

    Konu güzel, tartışma konusu yerinde ve endişelerini de anlıyorum. Konuya biraz katkım olması amacıyla savımı “cehalet döneminin uzun sürmeyeceği” üzerine kurarak yazmak istedim. Acı taraf, bunu biz göremeyeceğiz. Belki 4-6 nesil sonrası görebilecek.

    Evrimsel biyolojinin bize sunduğu en önemli olgunun “survivor of the fittest” kavramı olduğunu -bulgular şimdiye kadar bunu yadsınamaz şekilde desteklediği için- biliyorum. Sosyolojik gelişmelerde de bunun geçerli olduğunu düşünüyorum. Şu anda süregelen “cahilliğin yükselmesi”nin, cehaletten beslenen kesimin “survive” ettiği bir ortam olmasından dolayı gerçekleştiğini düşünüyorum. Bir gün bir göktaşının düşüp de insanlığı yıkıma götüreceğini, bu yıkımın da daha analitik davranabilen ve karar verme mekanizmaları daha iyi çalışan kişileri ayakta bırakacağını “umuyorum”. Buradaki “göktaşı” bir metafor sadece. Yazında bahsettiğin küresel ısınma da olabilir bu.

    Bilgi paylaşımında hukuksal ve teknolojik yaptırımlar konusunda insanların daha dikkatli olabileceği şeklindeki fikrini ise ise üzgünüm ki fazla iyimser görüyorum. İnsanlar sosyolojik çevrelerinde bunu önemsemeyeceklerdir, dikkate bile almayacaklardır ve hatta zaten hali hazırda olduğu gibi “ödüllendirileceklerdir.” Facebook’taki kapalı çevre (aynı fikir/düşünce yapısındaki insanlar topluluğu arasındaki fikir yayılması) örneğin eski zamanlarda iletişimin olmadığı kapalı köy topluluklarına benziyor. Bir fikrin yanlışlanabilir olmaması, günümüze kadar bile süren uydurma hayali arkadaşlara yol açmış durumda.

    Ama son noktada ümidim, dediğim gibi insanlığın çok büyük bir kesiminin “aptallık” yüzünden yok oluşa sürüklenmesi ve sonrasında insan ırkının en azından bir kesiminin Mars’ta kolonileşmesi. Tekrarlıyorum, bunu biz göremeyeceğiz, artık çok da umrumda değil aslında…

    • Merhaba Tolga,

      Çok teşekkürler mesajın için.

      Evrimin belli bir noktaya kadar her zaman iyinin kazanmasına yönelik çalıştığı fikrini ben de sıklıkla kullanırım ama nükleer bombayla dünyayı yok edebilecek bir cahiller ordusunu düşününce bunun da çalışmadığı durumlar olduğunu görüyorum.

      Evrimin burada da iyilerin kazanması yönünde çalışması için, kendisini iyi sananların gidişatı oluruna bırakmamaları gerektiğini düşünüyorum ve aslında bu yazının özünü de bu oluşturuyor.

  2. Kalemine sağlık abi.

Erdem Yurdanur için bir cevap yazınCevabı iptal et

Erdem Yurdanur sitesinden daha fazla şey keşfedin

Okumaya devam etmek ve tüm arşive erişim kazanmak için hemen abone olun.

Okumaya devam et